metin-ozdemir
  Haberler
 
DEĞERLİ OKURLARIM BUGÜNE KADAR HABERLERİ FORUMDA YAYINLIYORDUK FAKAT FORUMLARDAKİ HABERLERİMİZİ YİNE DEVAM ETTİRECEĞİZ AMA BU BÖLÜMDEN HABER YAYINIMIZ DEVAM EDECEKTİR OKURLARIMIZA DUYRULUR

Murat Kekilli: Ben Protesto Ederken Bile Aşkla Ediyorum tarih 05.10.2010, 02:14 (UTC)
 Onunla yollarımız ilk İstanbul'da kesişti. Yıllarca şarkılarını dinlediğim adamın yürüdüğü yolu beraber adımlamak hayatımı daha yaşanılabilir hale getirdi.



Onunla İstanbul'u gezdik Kanlıca'sından, Tarabya'sına… Gün geldi Adana'ya gittik beraber. Boğazın muhteşem ışıkları altında başlayan sohbetimiz, Haber Aktüel'de köşe yazarlığına kadar uzandı.



O zaman onunla yeni albümünü konuşmak gerekirdi. Ben de öyle yaptım. Bu Akşam Ölürüm'le başlayan yolculuk, Kalbimdeki Darp'la nereye getirdi Murat Kekilli'yi?



***

Röportaj: Muaz Kalaycı, Genel Yayın Yönetmeni

Redakte: Meliha Sönmez, Taha Sunay



***

“ALBÜM İÇİN BEĞENİLER BEKLENTİMİN ÜZERİNDE ÇIKTI”



— Son albüm, “Kalbimdeki Darp”ın dinleyiciler tarafındaki ilk yansıması nasıl oldu?



Bugüne kadar iletişim araçlarını henüz tam manası ile kullandık diyemeyiz. Radyo programları yaptık. Buralarda aldığımız tepkiler oldukça başarılı olduğumuz yönünde. Şuan için beğeniler beklentimin üzerinde çıktı. Eğer biraz daha kıpırdarsa beklentimin çok ötesine gidecek gibi bir görüntü sergiliyor.

— Bu albümde en çok içine sinen, “işte bu” dediğin, en sevdiğin şarkı hangisi?


Senden Uzakta… Sonra, Bu da Geçer… Aslında hepsi güzel! Dinleyiciler de öyle diyor.



— Dinleyiciler bu albümü aldıklarında memnun kalacaklar mı sence?



Kesinlikle memnun kalacaklar. En azından öyle umuyorum. Biz memnunuz çünkü.



“BEN PROTESTO EDERKEN BİLE AŞKLA EDİYORUM”



— Tarz bu albümde değişti gibi sanki…?



“Biraz değişti” diyebiliriz. Ben protesto ederken bile aşkla ediyorum. Artık yeni bir şey keşfettim. Öyle çığlık atarak falan değil; biraz daha aşkla anlatıyorum. Öbür türlü dünyayı düzeltemiyoruz. “Biraz da böyle deneyelim” dedik. Deneme yanılma… Öğrene öğrene devam ediyoruz. Eğer olmazsa, başka bir şey deneriz.



“FİLİSTİN'DE NELER YAŞANDIĞINI ANCAK EKRANLARDAN GÖRÜYORUZ”



— Tamda albümün çıktığı günlerde Filistin'e giden gemi ve sonrasında yaşananlar ortaya çıktı. O gemide olmayı arzuladığını da biliyorum, o sırada albümün çıktığı için söylentilere mahal vermemek için gidemediğini de biliyorum. Seni o gemiye çeken nedenler neydi?



Filistin'deki dramı bütün dünya biliyor. Bizim bununla ilgili söyleyecek farklı bir şeyimiz yok. Biz buralarda; Türkiye gibi bir ülkelerde rahatça yaşıyoruz. Hayatımızı devam ettiriyoruz. Orada neler yaşandığını ancak ekranlardan görüyoruz. O da görebildiğimiz kadar! Yani gösterilen kadarını görüyoruz… İnternet dünyasının geliştiği şu ortamda bile biz, daha müdahalenin nasıl olduğunu, kendi karasularında bile olmadığını, uluslararası karasularda müdahale edildiğini sonradan öğrendik. Bundan önce, internetin olmadığı ortamda kim bilir neler yapıldı, neler yaşandı!



“KALBİM BENİ FİLİSTİN'E GİTMEYE ÇAĞIRIYOR”



Oradaki kardeşlerimizi bu durumda görmek istemiyoruz. Oradaki insanların ne yaşadığını ancak tahmin edebiliyoruz. En iyi ihtimalle bile Filistin'de bizim tahmin ettiğimizden çok daha kötü durumdalar. Çünkü az öncede belirttiğim gibi; biz ne kadar kötü olduğunu ancak görüntülerden yola çıkarak tahmin ediyoruz. Bu tahminlerle sınırlı tabii. Tahminimiz ötesi şeyler de olabilir.



Böyle bir durumda kalbim beni Filistin'e gitmeye çağırıyor.

— İnancın, düşüncenin ve değer yargılarının müzikteki yansımalarını düşünürsek sanatçılar Gazze'den, Afrika'dan ne kadar haberdar? Ne kadar ve nasıl haberdar olmalı?



Eğer sanatı kendin için yaparsan bunlardan bihaber olursun. Sanatı halk için yaparsan çıkarın vardır, yine bihaber olursun. Sanatı sanat için yaparsan çok büyük saygı duyarlar ama bazen haberdar olursun, bazen bihaber. Ama sanatı “Allah için” yaparsan hepsinden haberdar olursun. Niye? Bağımlı değilsindir çünkü. Sanata dâhi bağımlı değilsindir artık.



“BEN İŞİMİ ALLAH RIZASI İÇİN YAPIYORUM. BORCUM YOK”



— Direkt Allah'a bağlısındır yani?



Tabii canım. Ben işimi Allah rızası için yapıyorum. Borcum yok, minnetim yok! Sadece müziğim, notalarım var. O'na karşı sorumluyum. Bu sorumluluk bambaşka...



— Türkiye'de müzisyenlerin çok azı müziğini besleyen felsefeyle uğraşıyor. Sen bu az sayıdaki insanlardan birisin. Müzik konusundaki temel görüşlerin nedir?



Müzik bir iletişim aracıdır. Hem öyle bir iletişim aracı ki; öyle internete, tuşlara, telefona, şuna buna ihtiyacı yok. Direkt ruha, duygulara oynuyor. İnsanlar da duygusal olduğu için belli bir mantık kalıbı falan istemiyor. Ruhunu doğru verdiğin zaman müzikle, dünya düzeni üzerinde dâhi oynama yapabilirsin. Yorumlayabilirsin dünyayı ve insanları, güdüleyebilirsin. Müzik böyle bir şey…



“MÜZİK PAYLAŞIMLARIN DORUK NOKTALARINDAN BİRİSİDİR”



— “Müzik ruhun gıdasıdır” denir… Bu sofranın adabından bahseder misin?



Müzik yaparken bir şeyler biriktiriyorsun. İnsanlarla paylaşıyorsun. Bu biriktirdiğin deneyimler, duygu ve düşünceler toplamı, tıpkı insanlarla paylaştığın sofra gibi... Bunu da insanların ruhu yapar ve diğer insanların ruhları ile bunu paylaşırsın. Eğer hepimiz bir bütünün parçasıysak bu birikimi paylaşmak zorundayız. Müzik de paylaşımların doruk noktalarından birisidir. Müziği doğru işlediğinde, doğru paylaştığında müthiş bir haz verir. İnsanı kanatlandırır, uçurur!

“İNGİLİZCE ŞARKI SÖYLEMEK POPÜLER KÜLTÜRÜN BİR PARÇASI, GÜNDEME GELME OLAYI!”



— Eurovision'daki performansları nasıl değerlendiriyorsun? Bu yarışmaya İngilizce sözleri olan şarkılarla katılıyoruz, buna “evrensellik” diyoruz. Evrensel olan mahalli olandan daha mı değerlidir? Kendi değerini korumak ödülden daha değerli değil midir?



Her şeyden önce yarışmacıları tebrik ederim. Ama Eurovision ismindeki bu yarışmada herkes şarkısını İngilizce söylüyor. Bu popüler kültürün bir parçası, gündeme gelme olayı. Başarı elbet güzel. Dereceler aldık, ikinci olduk. Sertap birinci oldu. Bunlar güzel şeyler. E peki Arapça konuşanın günahı ne? Yahut Türkçe konuşanın günahı ne? Lazca, Rusça konuşanın günahı ne? Bunlar yakında hep beraber tek dil İngilizce konuşacak. Tek dil konuşulacak olsaydı Allah herkesi tek dil yaratırdı. Allah bizden –haşa– daha mı az şey biliyor? Utanıyor muyuz dilimizden? Utanıyorsan girme yarışmaya, girme! Ben başarıları küçümsemiyorum. Ben kişileri değil, sistemi eleştiriyorum. Grupları, sanatçıları değil! Şarkıların yarıştırılması problem. Bir müzik neden yarıştırılsın? “Benim müziğim senin müziğini döver” Olur mu böyle şey!?



— Bu dediklerinden Eurovision'dan “sanat sanat için değil, toplum için yapılıyor” anlamını çıkarabilir miyiz?



Orada sanat toplum için bile yapılmıyor. Başka bir şey için yapılıyor. Toplum için olsa bile “amenna”, sanat için olsa “eyvallah” derdim.



“BEN İNSANLARI DOĞAL HALLERİYLE, OLDUKLARI GİBİ BENİMSEDİM”



— Haber Aktüel'de yazdığın köşe yazılarında müziğinde olduğu gibi belli sorumlulukları olan birisi olarak karşımıza çıkıyorsun. Murat Kekilli'nin sorumluluklarından bahseder misin?



Biz bu dünyada insanlarla beraber ortaklaşa bir mekânda, mavi bir kürede hava soluyup, nefes alıyoruz. Zamanımızı dolduruyoruz. Beraber yaşadığımız insanlar var. Ben her şeyi, herkesi, insanları doğal halleriyle, oldukları gibi benimsedim. “Ona, buna benzeteyim, kendime benzeteyim” demedim. Ama insanlarla ortak değerlerimiz var. Mesela doğal felaketler karşısında yeşilin tükeniyor olması hepimizin ortak sorunu. İşte bu benim sorumluluğum. İnsanlara bunu hatırlatmak zorundayım. Yeşil yok olmamalı, gelecek nesillere aktarılmalı. Gökyüzüne baktığımızda bir tane mavi var, başka mavi var mı? Yok! Mavi ise neyin sembolü? Yaşanılan yerin sembolü. Burayı kirletmenin, yaşanılmaz bir yer haline getirmenin, ağacı yok etmenin, burayı da diğer gezegenler haline getirmenin âlemi yok. Burada hayat var. Dünyada düzen, nizam ve denge var. Bu nizamı bozmamak lazım. Dünyanın nefes alışına yardımcı olmalıyız.



“ÖNCE İNSAN. DİĞER HER ŞEYİ BUNUN ÜZERİNE İNŞA EDECEKSİN”



— İnsanlar sürekli değişimden dert yanıyor. Değişmeyi ve değişmemeyi değerlendirir misin?



İnsan değişmeli, gelişmeli. Yapısı buna müsait. Aklı var çünkü. Ama bu değişme, gelişme; kendisini ve beraberinde çevresini de yok ediyor. Bu değişim ve gelişim; güçler savaşına döndü. Kimin binası daha yüksek, kimin donanımı daha güçlü, kimin uçağı daha hızlı… Bunlar tamam ama bilim insan yararına kullanılmalı. Karşımızdakine gözdağı vermek için kullanmamalı. “Ben senden daha güçlüyüm.” Bu bir sindirme politikası. Kendi cinsiniz neden sindirmek istiyorsun? Dünyada ortaklaşa yaşıyoruz. Önce insan. Diğer her şeyi bunun üzerine inşa edeceksin. Ama sen; “önce benim kimliğim, benim etnik kökenim, dilim” dersen olmaz. “Önce insan” dersen o zaman Filistin'in de yararına olacak. Ama maalesef her şeyden önce insan olmuyor işte. Savaşlar bile çıkabilir ama önce insan. Bayrak, dil, vatan olacak ama önce insan.

“BİZİM GELENEKLERİMİZDE MİSAFİRPERVERLİK, YAŞLILARA SAYGI, YEMEĞİ PAYLAŞMA VAR”



— Bir türküyü, sanat müziğini, tarihi eseri korumakta gösterdiğimiz özeni, bunları ortaya koyan iradenin, ruhun yaşatılmasında gösteremiyoruz. Bu durumu değerlendirir misin?



Bu, günümüz şartlarına göre yorumlanıyor tabi. Sanatçının; sinema, kitap, müzik artık eseri neyse, bu hepsinde aynı. Günümüz şartlarına uygun olarak değerlendirmeye çalışalım. Bir proje bir esere uyarlansın ama bu eserin aslını tamamen unutturmak anlamına gelmemeli. Geçmişimizden gelen sahip olduğumuz güzel olan şeyler var. Geleneklerimiz, göreneklerimiz, değer yargılarımız var. Bunları kaybetmemeliyiz. Misal; bizim toplum olarak geleneklerimizde misafirperverlik, yaşlılara saygı, yemeği paylaşma var. Sadece Ramazan'da değil, her zaman… Çocuklara sevgi, kadınlarımıza sevgi ve öncelik var. Sonra görgü kurallarımız var. Bunları yok etmemeli. Bunun gibi müzikte de kurallarımız var. Müziği işlerken özünden çok da saptırmamak lazım. Hem modern aletlerle donatmalı, hem yorumlarda da modernleşme olmalı. Ama özünden de çok uzaklaşılmamalı. Mesela ben ağacı yerinden koparıp, “sen burada iyi değilsin, şu bahçede dur” demektense, bunun yerine onu olduğu yerde beslemeli, sulamalı, dallanmasını sağlamalıyım.



— Son olarak; www.haberaktuel.com'daki okurlarına bir mesajın var mı?



İyilikle, sağlıkla kalmalarını dilerim. Sağlık her şeyden önce gelir. Bundan sonra daha dengeli, güzel, sorunsuz, kaygısız bir dünya diliyorum. Hem kendim için, hem de okurlarım için.



…bitti!





 


Hatemi'den Sözcü Gazetesi'ne fırça gibi cevap tarih 05.10.2010, 02:02 (UTC)
 Prof. Dr. Hüseyin Hatemi'den sözlerini çarpıtan Sözcü Gazetesi'ne bu kez bakın nasıl cevap verdi?

Cemaat değerlendirmelerine ilişkin tarafsız değerlendirme

Prof. Dr. HÜSEYİN HATEMİ * / Bir internet sitesine verdiğim mülakatta yer alan ifadelerim Sözcü gazetesince tamamen çarpıtıldı veFethullah Güleniçin “ajan” dediğim iddia edildi. El insaf!

1- Son günlerde cemaat terimi kullanılırken ilk önce akla Fethullah Hoca ve onu sevenler topluluğu gelmektedir. Türkiye'de tarikat örgütlenmesinin kanuni bir şekle bürünemeyeceği açıktır. Ne var ki bu konuda da çifte standartla hareket edilmemesi gereği görmezlikten gelinemez. Kimse, kendi inanç ve eğilimlerine uygun bir şekilde mesela Alevi Dedeleri'ne bağlılığın veya kendi mensubu olduğu tarikatın dernek veya vakıf hukuki kılıfı içindeki görünümlerinin tamamen inanç özgürlüğü, inancına göre yaşama özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde ele alınmasını isteyip de kendisine itici gelen başka bir inanç veya düşünce topluluğunun tehlikeli ve zararlı bir görünüm olup, köktenci yöntemlerle toplum bünyesinden çıkartılmaları, ameliyatla alınmaları gerektiğini söyleyemez, söylemekte haklı değildir. Hukuk devleti ilkeleri içinde ancak gerçekten suç sayılması gereken kamuya zarar verici örgütlenmeler ve fiili topluluklar kovuşturulabilir, dağıtılabilir, kapatılabilir.
2-Bu nokta üzerinde uzlaşıldıktan sonra Fethullah Hoca hareketi denen harekete hukukçu gözüyle bakıldığı takdirde bu harekete bağlılık, asla suç olarak nitelemez. Ancak görüş açıklama özgürlüğü de yine temel insan haklarındandır. Hakaret veya sövme gibi, yahut iftira gibi bir suçun kapsamına girmedikçe herkes eleştirme hakkını kullanabilir. Yahut kendi görüşünce toplum bilim açısından tesbitler ve değerlendirmeler yapabilir.

Benim kanaatimce 1987 yılında İran-Irak Savaşı dış emperyalist odakları hayal kırıklığına uğratacak bir seyre girmişken ve bir yandan da Sovyetler Birliği'nin “hasta adam” olduğu ve çökme çatırdamaları duyulduğu açıklamaları yapılmakta iken, o sırada Türkiye'de görevli olan Amerikan Büyükelçisi Abramoviç; Özal Hükümeti'ne şu tavsiyede bulundu: askerî yönetimin Fethullah Hoca cemaati üzerinde kurduğu ve halen devam eden baskıya son vermeniz ve aksine, bu cemaati birlikte Sovyetlerin çöküşünden sonra oluşacak boşluğu İran'ın doldurması tehlikesine karşı kullanmamız; ortak yararımız gereğidir. Bu tesbit sonucunda Fethullah Hoca cemaati üzerinde baskılar kaldırıldı. Nasıl Saddam'ın baskısından kurtulan Kuzey Irak Kürtleri Amerikan işgaline karşı çıkmayıp, aksine bir ferahlık duydularsa Fethullah Hoca cemaati de Amerikan emperyalist çevrelerin dostluk davranışlarını içten davranışlar olarak kabul etti. Ne var ki 1987'de başlayan ve bu Fethullah Hoca cemaati açısından bilinçsiz olan balayı dönemi 1991 Körfez Savaşı'ndan sonra şüphelerle gölgelenmeye başladı. İran'a karşı kullanılmak üzere desteklenen Saddam'ın ve yine Afganistan'daki Taliban gruplarının Amerikan emperyalizmine karşı da tehlike oluşturduğu görüldü. Fethullah Hoca hareketine verilen destek bakımından da tereddüt duyulmaya başlandı. 1995 yıllarında merhum Ali İzzet Begoviç'in mücadelesini Fethullah Hoca cemaati tarafından da coşkuyla desteklendiği görülünce bu cemaatten olan beklentiler büsbütün şüpheli hale geldi. Ardından da bardağı taşıran damla Fethullah Hoca'nın Mgr. Maroviç vasıtasıyla Vatikan'a giderek merhum Papa'yla içten görüşmesi haberi oldu.28 Şubatdöneminde artık Cemaat'e karşı güvenin kaybolduğunu sezen cemaat ileri gelenleri bir zaruret hali hamlesiyle kendilerini kurtarmak için İran ile arayı tamamen açmak isteyen beyanlarda bulundukları gibi, bir taraftan da Refah Partisi'nin ve ardından Fazilet Partisi'nin kapatılması olaylarında Erbakan grubuyla da aralarındaki mesafeyi iyice açtılar. Ne var ki artık Fethullah Hoca hakkında karar verilmişti.Deniz Baykalolayında da olduğu gibi 'sakla kaseti gelir eşref saati' ilkesince uydurulan veya bir ajana hazırlatılan kaset piyasaya sürüldü ve tıpkı Öcalan'a yapıldığı gibi Fethullah Hoca üzerinde de Türkiye'nin yararına gösterilen, aslında Fethullah Hoca cemaatinden beklentileri boşa çıkan emperyalist odağın yararına ipotek kondu.

AK Parti iktidarı Fethullah Hoca'yı sevenler tarafından desteklenince 'Van minut' sonrası dönemde Fethullah Hoca hareketinin de tasfiyesi kararı çıktı.'Cemaatin büyük gücü' miti imal edilerek Ergenekoncu-ulusalcı çevrelere bir zamanlar gönderilen miadı dolmuş sığır leşleri ve süt tozları gibi sevabına ve bedavadan gönderildi. Doğrusunu Allah bilir, belki de Hanefi Avcı da bu kez bu tasfiye hareketinin bilinçsiz fakat vatansever bir elemanı haline getirilmek üzere şartlandırıldı.

SONUÇ: 1987'de Türk-İslam Sentezi kavramı için bugün yaptığım bu değerlendirmelerle tamamen tutarlı yorumlar ileri sürmüştüm. O sıralarda Cumhuriyet'te yazan Şahin Alpay'ın benimle yaptığı röportaj bana karşı çok insafsız hücumlar doğurmuştu. (Herakleitos'a sorarsak, o günkü Cumhuriyet Gazetesi'nin de bugünkü Cumhuriyet Gazetesi olmadığını söyleyecektir). Aradan on yıl kadar bir süre geçti. Bu kez o sıralardaki Akşam Gazetesi'nin 'Fethullah Hoca'nın iftarına gitmediğiniz halde Erbakan'ın Hoca'nınkine niye gittiniz?' sorusuna muhatap oldum. Bu soruya verdiğim cevabı Akşam Gazetesi tamamen saptırılmış ve çarptırılmış kesin yargılar içeren ve Fethullah Hoca'yı hedef alan korkunç manşetlerle yayımladı(1996). Şimdi de aradan bu kez 14 yıl geçtikten sonra bir internet gazetesine verdiğim beyanların Hanefi Avcı'nın tutuklanması üzerine tamamen Sözcü Gazetesi'nin yorum ve tutumunu destekleyen mesnedsiz ve yine korkunç yanlış manşetler altında kamuoyuna yansıtıldığına şahit oldum. Bu manşetlerin altında verilen açıklamalar da çelişkilerle doluydu. Fethullah Hoca'nın yargılanmasını ve hapsedilmesini gerektirecek hiçbir suçu olmadığını söylediğim de belirtildiği halde, başka bir cümlede tamamen asılsız olarak Fethullah Hoca aleyhine kullanılan kaseti hazırlayan kişi için kullandığım 'ajan' terimini sanki Fethullah Hoca için kullanmışım gibi bir ibareye yer verilmişti. Bundan sonra ne yapmam gerektiğini bilemiyorum. Sözcü'nün bu tutumu karşısında tamamen söz orucuna mı girmeliyim? Ne dersiniz ey Azizan?

PROF. DR. HÜSEYİN HATEMİ - TARAF
 


Hükümetin askerlik modeli memnun etti! tarih 05.10.2010, 01:59 (UTC)
 Hükümetin şu anda 15 ay olan zorunlu askerliği 9 aya, düşürecek bir formül üzerinde çalışması gençleri memnun etti.

Hükümetin şu anda 15 ay olan zorunlu askerliği 9 aya, 6 ay olan kısa dönem askerliği de 4 aya düşürecek bir formül üzerinde çalışması gençleri memnun etti. Gençlik örgütü temsilcileri hükümetin üzerinde çalıştığı yeni sistemin kendilerini heyecanlandırdığını dile getirdi.
Genç Gönüllüler Türkiye Koordinatörü Hasan Yavuz Uğurlu, sıçramanın eşiğindeki bir Türkiye'de ülkenin yetişmiş beyinlerini 12 ay silah altına almanın ciddi bir beyin erozyonu oluşturacağını vurguladı. 12 ay sürecek tek tip askerliğin ülkeye maddi anlamda büyük zararlar vereceğini dile getiren Uğurlu, hükümetin üzerinde çalıştığı 4 ay kısa dönem, 9 ay normal askerlik sisteminin uygulanabilir olduğunu ifade etti.

Genç Dergi Yazı İşleri'nden Ali Düz, hükümetin planladığı askerlik süresini son derece olumlu bulduklarını söyledi. 12 aylık tek tip askerliğin bir eşitsizlik kaynağı olacağını belirten Düz, "Üniversite okumayan biri ile dört yılını okulda harcayan ve maddi manevi kayıplar veren kişilerin aynı süre askerlik yapması açıkça bir eşitsizliğin ifadesi olacaktır. Hükümetin üzerinde çalıştığı bu yeni sistem Türkiye'deki askerlik gerçeğini daha işlevsel ve gerçekçi bir noktaya çekecektir. Askerliğin Türk gençliği üzerinde oluşturduğu baskı da bu vesileyle ortadan kalkacaktır ve Türk gençliği daha bir azim ve şevkle asker ocağına gidecektir. Son olarak askerliklerini yapan insanlar daha sağlıklı ve düzgün bir psikolojiyle vatani hizmetlerini yapacaklar diye düşünüyorum." diye konuştu.

www.dergilik.com Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Selim Güneş, hükümetin uygulamayı planladığı sistemi 'gayet iyi' olarak değerlendirdi. Yıllarca dirsek çürütüp üniversite okuyan insanlara 12 ay askerlik yaptırmanın haksızlık olacağını dile getiren Güneş, "Herkes üniversitede okumayabilir. Üniversitede okumayanlar için de askerliğin kısalacak olması olumlu bir gelişme. Uzun dönemde profesyonel askerliğe geçilmeli." dedi.

Konya Sivil Toplum Platformu Başkanı Latif Selvi, yedek subaylık veya kısa dönem uygulamalarından birinin devam etmesi gerektiğinin altını çizdi. Profesyonel askerlik uygulamasına bir an önce başlamasının kaçınılmaz olduğuna değinen Latif Selvi, şunları kaydetti: "Zaruret söz konusu değilse askerliğin 9 ay olması lazım. Boşluk oluşturmuyorsa kademeli geçiş yapılabilir. Uygulama iki yıla yayılır. Türkiye'de askere gidenler temel eğitimden sonra sadece nöbet tutuyorlar. Sivillerin yapacakları işleri yapıyorlar. Bu doğru değil. Terörle mücadele zafiyet görür diyorlar. Bu söylemi tehlikeli buluyorum. Türkiye'nin terörle mücadelesinde zafiyet mümkün değil. Tüm modern dünya profesyonel askerliğe geçmiş."

 


Feribottaki araç denize düştü: 3 yaralı tarih 05.10.2010, 01:06 (UTC)
 Yenikapı-Yalova seferini yapan ve Yalova İskelesine yanaşan feribotta bulunan bir otomobil, denize düştü. Araçta bulunan 3 kişi kurtarılarak hastaneye kaldırıldı.



Saat 09.30'da Yenikapı-Yalova seferini yapan "Kanuni Sultan Süleyman" adlı feribot, Yalova İskelesi'ne yanaştı.

Gerekli önlemlerin alınmasının ardından araçlar feribottan inmeye başladı.

Bu sırada halatı kopan feribot, kıyıdan uzaklaştı. Feribottan inmek üzere olan bir otomobil aradaki boşluktan denize düştü.

Denize düşen otomobilden gemi ve iskele personelinin yardımıyla kurtarılan Tayfun Çoban (29), Kaan İbili (29) ve Zehra Melika Yazgan (31) Yalova Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Sağlık durumlarının iyi olduğu öğrenildi.

Bu arada, olay sırasında başka bir aracın daha düşmek üzereyken çekici yardımıyla kurtarıldığı öğrenildi.

34 BL 4777 plakalı otomobilin halatı kopan feribotun iskeleden uzaklaştığı esnada askıda kaldığı kaydedildi.
 


Cihaner başbakanı dinlettimi? tarih 05.10.2010, 00:50 (UTC)
 Star gazetesi yazarı Şamil Tayyar, Ergenekon üyesi olmakla suçlanan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in 32. Gün'de yaptığı açıklamalara atıfta bulunarak, Cihaner'in Başbakan Erdoğan'ı dinlettiğini ileri sürdü. Şirin Payzın'ın sunduğu "Gün Biterken" programına katılan İlhan Cihaner, Erdoğan'ın hiçbir şekilde dinletilmediğini söyledi.


 


Rasim Ozan Kütahyalı yine Kadir İnanıra yüklendi tarih 05.10.2010, 00:44 (UTC)
 Taraf gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı ile Kadir İnanır arasındaki Ahmet Kaya tartışması sürüyor. Cüneyt Özdemir'in sunduğu Beş N bir K programına katılan Kütahyalı, İnanır'ın Ahmet Kaya'ya yönelik linç gecesinde orada olduğunu söyledi. Kütahyalı, Kaya'ya yönelik saldırıda İnanır'ın sessiz kaldığını; son açıklamaları ile "sahte kabadaylık" yaptığını öne sürdü.


 

<-Geri

 1  2  3  4  5 Devam -> 
 
  Bugün 7 ziyaretçi (16 klik) kişi burdaydı!
metin-ozdemir.tr.gg
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol